Selamlar herkese ben Gamzeli Kız, bloğuma hoş geldiniz. Bugün Stefan Zweig'in Alacakaranlıkta Bir Öykü isimli eseri hakkında konuşacağım. Zweig, çok fazla okuduğum bir yazar değil kendisi ile bu sene tanıştım. Ama kitaplarındaki duyguları yansıtış şekli ve kullandığı tasvirleri okurken beni çok etkiliyor. Olayın yoğun olduğu kitapları sevsem de bu kitabı okurken pek sıkılmadım. Sizlere de kitap hakkında bilgi vereyim hadi okumaya devam edin 👀
"Adil olmayan barış bile, en haklı savaştan iyidir."
Hakkında
Kitabın sayfa sayısı 51. elimdeki baskı Aperatif Kitap yayınlarına ait. Ben kapağını çok güzel buldum. Mat bir dokusu var ve üzerindeki resmin rengi de çok güzel. M. Taylan Öztürk tarafından çevrilmiş. Arka kapakta da kitaptan bir kısım bulunuyor.
Konusu
Kitapta kendi aşkı ve bir başkasının ona karşı olan aşkı ile şaşkına dönen Bob'un yaşadıkları anlatılıyor. Yazar, Bob'un aşkını ve tutkusunu çok yoğun duygularla işlerken hikayeye bir gizem konduruyor. Gece yarısı bir kadın yanına yaklaşarak onunla temas kuruyor fakat Bob bu kadının ne ismini öğreniyor ne de yüzünü net görebiliyor. bunun üzerine üç kız kardeşten biri olabileceği kanısına varıyor.
Kadın koşarken bileğinde bir nesnenin sallandığını görüyor. Önemli nokta, gece Bob'un vücudunda sekiz köşeli, peni büyüklüğünde ve geniş yüzeye sahip bir iz beliriyor. Bob bunun üzerinden bu ize neden olan nesnenin ait olduğu kadını bulmak için çabalıyor.
Peki Bob'un aşık olduğu, gece yarısı onunla buluşmaya gelen kadın kim? Margot mu? Elsabeth mi? Kitty mi?
Yorumu
Stefan Zweig hakkındaki yorumları fazlasıyla duymuştum. Kitabı ilk aldığımda kapak tasarımı ve ismi karşısında bir korku-gerilim okuyacağımı düşünmüştüm ve çok heyecanlandım. Kitabın içine girdiğimde beklentilerim karşısında biraz şaşırdım. Ama kitap birkaç sayfa okuduktan sonra yazılan cümle ve satırlar ile beraber aktı gitti diyebilirim. Sanki bir sır varmış gibi ortada neler olacağını merakla bekledim.
Karakterin içini bu kadar iyi anlatabilmesi beni çok etkiledi. Sanki kendi yaşıyormuş gibi o kadar başarılı anlatmıştı. İlk başlarda sıkılırım sanmıştım ama hikayeye biraz da gizem katıldı gibi oldu. O da benim ilgimi çekti. Aslında ilk başta böyle bir şey olacağını tahmin ettim de öyle çıkınca yanıldım diye düşündüm. Sonra gerçeğin çıkması iyi oldu ama.
Zweig okurken beni hayran bırakan bir yazar oldu. Yani ne demek istiyorum, genellikle olay yazılarının çoklukta olduğu kitaplar okumuşumdur hep. Durağan ilerleyen ve beni şaşırtamayan kitaplar okurken biraz sıkılırım. Ve daha önce bir yazardan bu kadar duygu patlaması okumamıştım. Yazardan okuduğum ikinci kitap oldu bu bir de Satranç'ı okumuştum. Yazarın diğer kitaplarına da şans vermeyi istiyorum. Bu kadar duyguları yoğun işlemesi bence çok başarılı. Betimlemeleri ve psikolojik tasvirleri çok etkileyiciydi.
Şimdi şu satırlarda biraz Bob'a sitem edeyim, okurken çok ettim de yine edeyim 😄 Artık aşk gözünü kör etti herhalde ki Elisabeth'e bu kadar haksız davrandı. Kız resmen gözlerinin önünde eridi gitti ya çok üzüldüm. Bir de aşk kelimesini nasıl kavradıysa ilk zannettiği kadın (Spoiler olmasın diye böyle söylüyorum.) ona sevmediğini açıkça belli etse de yine de naz yapıyor diye düşündü. Bu kısımda çok kızdım. Oysa diğeri ona ne kadar da güzel davranıyordu.
İşte ben burada biraz kendi fikrimi söylemeyi istiyorum. Aşk denilen kelimeyi bu kadar basit düşünmemek aslında verilen değeri anlamak çok önemli. Yani genç kızın o ilgisi ve ona karşı olan düşünceli tavırları onu sevmek değil miydi? onun iyiliğini düşünmek ve iyi olmasını dilemek? Ama Bob için sadece gece gördüğü kadın önemliydi. Bu yüzden Bob sana çok kızdım.
Puanım: 10\8 Bob yüzünden kırdım 😂 😂
Alıntılar
…sonsuza dek kaybettiğini biliyor ama ulaşılamaz olana duyulan çaresiz bir özlemle, hâlâ onu sevdiğini hissediyor.
İnsan her şeyini kaybettiğindeelinde kalan son şey için umutsuzca savaşır.
Yoksun kalınan şey öylesine kaybedilmiştir ki, artık sadece bir ağrı gibi hissedilir ve acı verir.
Alacakaranlık her yeri örter, akşam ortaya çıkan hüzün onların üzerindeki yıldızsız bir boşluk gibidir, karanlık kanlarına gizlice süzülür ve içlerindeki parlak, renkli tüm kelimeler sanki yüreklerinin en derinlerinden geliyormuş gibi, dopdolu ve ağır bir sese sahiptir.
Yazar Hakkında
Stefan Zweig (28 Kasım 1881 - 22 Şubat 1942),
Avusturyalı Roman, Oyun, Biyografi ve gazetecidir. 1920-1930'lu yıllarda edebiyat hayatının zirvesinde olan yazar, dönemin dünyasının en çok çevrilen ve en popüler yazarlarındandır.
Henüz lise çağlarındayken şiir yazmaya başlamıştır. Satranç Nazi zulmüne uğranılan zamandaki eserlerdendir. O yıllarda Yahudi kitapları toplanılarak yakıldığı için Zweıg'ın evi de basılmıştır. Daha sonra ülkesini terk etmiş ve Londra ya yerleşmiştir. II. Dünya savaşında konferans için gittiği Brezilya'ya yerleşmiştir. Ve orada ünlü kitabı Satranç'ı kaleme almıştır. Hayatında yaşadığı acılar ve düş kırıklıkları nedeni ile 22 Şubat 1942'de karısı Lotte ile birlikte zehir içerek intihar etmiştir.( İşte bir devir de böyle kapanmıştır. )
Üniversite yılarına geldiğinde yazmaya daha çok önem verir, Neue Freie Presse gazetesinin kültür sayfalarında yazar. Burada hatırlı edebiyat çevresinde yaşayan dostlar edinir, kendisi de felsefe eğitimi aldığı için arkadaşlarıyla sürekli uzun süren edebiyat sohbetleri düzenler.
Zweig bu dönemde hem kendi anlatım tekniğini bulmuştur, hem gazetede yazarlık yapmıştır, hem çeviri romanlar hem de kendi şiirlerini yazmaya başlamıştır.
Ölümünün ardından en sevdiği yazarlardan olan Montaigne'nin sözü akıllarda kalmıştır. "En gönüllü ölüm, ölümlerin en güzelidir."
"VİCDAN HATIRLADIKÇA HİÇBİR SUÇ UNUTULMAZ" Stefan Zweig
Bugünkü yazımın sonuna geldik. Kitabı okudunuz mu? benimle yorumlarda paylaşabilirsiniz. Kendinize iyi bakın, sağlıcakla kalın. ❤
İnstagram: gamzeli_kiz_blog
Twitter: Gamzelikizblog