Gamzeli Kız

  • ANA SAYFA
  • ÖNERİLER
  • RÖPORTAJ
  • GÜNDEM VAKTİ
  • İNCELEME
  • İLETİŞİM

 "Yeni yıla girmekle ilgili düşünceleriniz, duygularınız nelerdir? Heyecan duyuyor musunuz? Beklentileriniz var mı? Eskiden girdiğiniz yeni yıllarla ilgili, yeni yıl gecesi ile ilgili anılarınız var mı? Hazırlık yapacak mısınız? Yoksa herhangi bir gece mi sizin için? Yani bu konularda istediğinizi yazabilirsiniz? Herhangi bir soruya cevap verebilirsiniz. Aklıma gelmeyen konu da olabilir."




Açıkçası yeni bir yıl yeni başlangıç ifade ediyor genelimizde. Bende de bu böyleydi. Hatta yeni bir plana başladığımda Çarşamba ise o gün Pazartesi başlarım. Hani sıfırdan olsun gibi. Yeni hafta birinci sıra. Ama bunun aslında bana zaman kaybettirdiğini anladım. bu yüzden o gün karar verdiysem o gün başlıyorum. 
Yine de Ocak ayı itibari ile yıllık ve aylık yapmayı planladıklarımı yazdım. Yeni yılda daha güzel işler yapmak ve yılımı daha verimli geçirmek istiyorum. bir de heyecanlıyım 2022'ye (İlk 20222 yazmışım 😂 yıl atlıyorum artık😂) giriyoruz. Eskiden ileriyi hayal ederken hiç şu an yaşadıklarımızın olacağını tahmin edemezdim. Gerçi kim edebilir ki! Herkes güzel hayaller kurmuştur. Yeni yılda özellikle önceki senelerde unuttuğumuz sağlığı diliyorum. Ve dünyanın bu Koronavirüsten kurtulmasını istiyorum. 

Yeni yıl gecesi hiç yaptığım özel bir şey yok. Küçükken tombala alır oynardık ama şimdi onu da yapmıyoruz. Normal pijamalarla giriyoruz ve ben bazen erken de uyuyabiliyorum. Uyuyarak yeni yıla giriyorum 😂

Hrıstıyanlar yılbaşını kutladığı ve ağaçlarla organizasyonlar düzenlediği için biz Müslümanlar onlara benzememek adına kutlamıyoruz. Sonuçta onlar da bizim dini bayramlarımızı kutlamıyor. Sadece şeyi seviyorum ben, bu 10'dan geri saymayı eğlenceli geliyor bana. 

Yeni yıl, yeni ay ve yeni günler her daim hepimiz için hayırlı olsun İnşallah :) Hoş geldin sevgili 2022 👐

Selamlar herkese ben Gamzeli Kız. Bloğuma hoş geldiniz, sefalar getirdiniz. Eğer bloğumu takip etmiyorsanız başlık ilginizi çekmiş ve bu nedenle gelmiş olabilirsiniz. Demek ki erken kalmayı siz de istiyorsunuz, ben gibi 😉   Ancak bunu bir türlü başaramıyor ya da devamlılığını sağlayamıyor olabilirsiniz. Ben tam da burada devreye girerek öğrendiğim tüm bilgileri sizlere iletmek amacı ile bu yazıdayım. Bugün sizlerle erken uyanmak ile ilgili konuşacağız. Öğrendiğim tüm bilgileri size aşağıda aktaracağım. Hadi okumaya devam edin 👀




  • #40SABAHERKENKALK

Ben de erken kalmayı çok sevenlerden fakat bir süre bunu başarsam da devamlılığını kaybetmiş bir insanım. Yani sizin gibi benim de şu an bu yazıyı yazmaya çok ihtiyacım var. Bu konu üzerine düzinelerce videolar izledim.

Ç
okça izlemeyi sevdiğim kanallardan biri olan Barış Özcan'ın videosuna denk geldim.
(Kanal linkini aşağıya bıraktım oradan ulaşabilirsiniz.)  Erken uyanmak ile ilgili anlattıklarını duyunca bunların bana nasıl fayda sağlayacağını düşündüm ve bunu yapmaya karar verdim. 40 gün boyunca her sabah saat 6'dan sonra uyumadım. Bazı günler tabii ki de bu aksamış oldu ama çoğunluk olarak bunu başardım. 
Bugün de sizlere erken uyanmanın yararlarını, benim düşüncelerimi ve nasıl erken uyanabileceğinize dair tavsiyeleri  paylaşacağım.

Öncelikle erken kalmak demek herkesten bir adım öne geçmek demektir bunu kabul edelim. Hem vücut sağlığı hem de psikolojik açıdan size iyi gelir. Ayrıca sabahın o sessizliğinde ve havanın o manzarasında işlerinizi erkenden halletmek ve şu "Yetişemiyorum" bahanesinden kurtulmak için mükemmel bir çözüm.



Gün içerisinde planlarınızda bir yoğunluk varsa bunu bir normal saatte uyandığınızda bir de 2-3 saat önce uyandığınızda analiz edin. Erken uyandığınızda normal uyanma saatinize gelene kadar yapmanız gereken işleri hallediyor ve rahatça nefes alabiliyorsunuz.

Eğer diyorsanız ki benim gün içinde yapmam gereken sorumluluklarım yok ya da ben bunlara yetişebiliyorum, yine de erken kalkmayı denemelisiniz. Sabahın o güzel sessizliğinde bir şeyler okuyarak ilminizi arttırabilir, spor yaparak vücudunuzu dinç hale getirebilir ya da kendinize farklı hobiler edinerek uykudan ayırdığınız o birkaç saati kendinizle ilgilenerek geçirebilirsiniz.

Şu noktada önemli ki erken kalkıp televizyon, bilgisayar ya da telefonla daha çok uğraşmak elbette ki sizi başarılı yapmaz. bir ara dizi izlemek için erken uyanıyordum ve bu hayatıma bir şey katmadı sadece gözlerim o saatte çok fazla mavi ışığa maruz kalarak ağrıyordu. Erken uyandığınızda o vakti verimli geçirin. 


Uyku Rutini oluştur

Uyumadan önce size iyi gelecek ve rahat bir uyku çekmenizi sağlayacak kısa bir rutin hazırlayın. Örnek olarak ;

Kısa bir meditasyon dinleyebilir ya da uyku için yapılan yoga hareketlerini deneyebilirsiniz. 

Yarım saat belki bir saat kitap okuyabilirsiniz. Bu uykunuzun gelmesini sağlayacaktır.

Kesinlikle karanlık bir odada uyumaya çalışın, hatta göz bandı takabilirsiniz. 


Yatağa girmeden önce yapmaman gerekenler

Televizyon veya telefon gibi teknolojik aletlerden uzak durun. Yaydıkları mavi ışık uykunuz ve vücut sağlığınıza kötü etki eder. en az iki saat önce bu cihazlardan uzak durun.

Yatmadan iki saat önce yemeyi bırakın. 

Temiz uyku kıyafetleri giyinin. Gün içinde evde kaldığınız pijamaları uyurken değiştirin. 



Belirli bir yatma düzeni hazırla ve uykunu al

Bu düzene uymak çok önemli. Uyku saatinde 8 saati geçmeden ve çok da azaltmadan uyumak önemli. Mesela 23-06 arası bir düzen uygulayabilirsiniz. Ya da 22-05 de iyi olabilir. Ama bu düzen belirli olsun. Aksama yapmamaya dikkat edin. 00.00'dan önce de uyumuş olun. Gece salgılanan Melatonin hormonundan mahrum kalmayın :)

Ek Tavsiye📌 
Sabah namazına kalktığınızda sonra özellikle kerahat vakti çıkana kadar ilk 45 dakika uyunmaması tavsiye edilir. O sürede Vakıa suresi okuyabilirsiniz. Eve fakirlik girmesini önler.
Peygamber efendimiz s.a.v. rızkı ve hayrı erken kalkan kulları için istemiştir. Bunu ve erken kalkan çoğu başarılı insanı da unutmayın 😊


Bir Sabah Rutini
 
Sabah uyandığınızda kendinize alışkanlık haline getirebileceğiniz basit bir rutin belirleyin ama bunlar dediğim gibi basit şeyler olsun. Hemen bir örnek ile açıklayalım;

  • Uyandığınız gibi camı açıp en az iki dakika nefes egzersizleri yapabilirsiniz.
  • Yataktan kalkar kalkmaz tekrar yatağa girmemek için yatağınızı toplayabilirsiniz.
  • Bir bardak suyu baş ucunuzda hazır edin. İstediğiniz şekilde ister limonlu, tarçınlı veya başka şekilde yapabilirsiniz. Genellikle uyandığımızda metabolizmanın çalışması için limonlu su içmek tavsiye edilir.
  • Güzel bir bakım rutini hazırlayabilirsiniz. Bu kendinizle ilgilenerek daha da uyanmanızı ve iyi hissetmenizi sağlayacaktır.
  • Bu arada uyandığınız ilk saatlerde hemen kahveye sarılmayın. bunun nedenini hemen şöyle bir video ile bırakıyorum. Zaten kısa bir video izleyebilirsiniz.


Yazının sonuna geldik. Umarım sizler için faydalı olmuştur. Bundan daha önce paylaştığım Uyku Tavsiyeleri ve Erken Uyanma Tavsiyeleri yazılarımda da bakabilirsiniz. Orada da güzel tavsiyeler vermiştim. Sizlerde bu konudaki düşünceleriniz benimle yorumlarda paylaşabilirsiniz.


BARIŞ ÖZCAN: https://www.youtube.com/c/Bar%C4%B1%C5%9F%C3%96zcan 

Uyku Tavsiyeleri: https://gamzelikiz432.blogspot.com/2021/02/guzel-bir-uyku-icin-oneriler.html

Erken Kalkma Tavsiyeleri: https://gamzelikiz432.blogspot.com/2021/03/erken-uyanmak-icin-tavsiyeler.html

Instagram: gamzeli_kiz_blog
Twitter: Gamzelikizblog

Selamlar herkese ben Gamzeli Kız, bloğuma hoş geldiniz. Bugün Stefan Zweig'in Alacakaranlıkta Bir Öykü isimli eseri hakkında konuşacağım. Zweig, çok fazla okuduğum bir yazar değil kendisi ile bu sene tanıştım. Ama kitaplarındaki duyguları yansıtış şekli ve kullandığı tasvirleri okurken beni çok etkiliyor. Olayın yoğun olduğu kitapları sevsem de bu kitabı okurken pek sıkılmadım. Sizlere de kitap hakkında bilgi vereyim hadi okumaya devam edin 👀



"Adil olmayan barış bile, en haklı savaştan iyidir."


Hakkında


Kitabın sayfa sayısı 51. elimdeki baskı Aperatif Kitap yayınlarına ait. Ben kapağını çok güzel buldum. Mat bir dokusu var ve üzerindeki resmin rengi de çok güzel. M. Taylan Öztürk tarafından çevrilmiş. Arka kapakta da kitaptan bir kısım bulunuyor. 


Konusu


Kitapta kendi aşkı ve bir başkasının ona karşı olan aşkı ile şaşkına dönen Bob'un yaşadıkları anlatılıyor. Yazar, Bob'un aşkını ve tutkusunu çok yoğun duygularla işlerken hikayeye bir gizem konduruyor. Gece yarısı bir kadın yanına yaklaşarak onunla temas kuruyor fakat Bob bu kadının ne ismini öğreniyor ne de yüzünü net görebiliyor. bunun üzerine üç kız kardeşten biri olabileceği kanısına varıyor. 

Kadın koşarken bileğinde bir nesnenin sallandığını görüyor. Önemli nokta, gece Bob'un vücudunda sekiz köşeli, peni büyüklüğünde ve geniş yüzeye sahip bir iz beliriyor. Bob bunun üzerinden bu ize neden olan nesnenin ait olduğu kadını bulmak için çabalıyor. 

Peki Bob'un aşık olduğu, gece yarısı onunla buluşmaya gelen kadın kim? Margot mu? Elsabeth mi? Kitty mi?




Yorumu

Stefan Zweig hakkındaki yorumları fazlasıyla duymuştum. Kitabı ilk aldığımda kapak tasarımı ve ismi karşısında bir korku-gerilim okuyacağımı düşünmüştüm ve çok heyecanlandım. Kitabın içine girdiğimde beklentilerim karşısında biraz şaşırdım.  Ama kitap birkaç sayfa okuduktan sonra yazılan cümle ve satırlar ile beraber aktı gitti diyebilirim. Sanki bir sır varmış gibi ortada neler olacağını merakla bekledim.

Karakterin içini bu kadar iyi anlatabilmesi beni çok etkiledi. Sanki kendi yaşıyormuş gibi o kadar başarılı anlatmıştı. İlk başlarda sıkılırım sanmıştım ama hikayeye biraz da gizem katıldı gibi oldu. O da benim ilgimi çekti. Aslında ilk başta böyle bir şey olacağını tahmin ettim de öyle çıkınca yanıldım diye düşündüm. Sonra gerçeğin çıkması iyi oldu ama. 

Zweig okurken beni hayran bırakan bir yazar oldu. Yani ne demek istiyorum, genellikle olay yazılarının çoklukta olduğu kitaplar okumuşumdur hep. Durağan ilerleyen ve beni şaşırtamayan kitaplar okurken biraz sıkılırım. Ve daha önce bir yazardan bu kadar duygu patlaması okumamıştım. Yazardan okuduğum ikinci kitap oldu bu bir de Satranç'ı okumuştum. Yazarın diğer kitaplarına da şans vermeyi istiyorum. Bu kadar duyguları yoğun işlemesi bence çok başarılı. Betimlemeleri ve psikolojik tasvirleri çok etkileyiciydi. 

Şimdi şu satırlarda biraz Bob'a sitem edeyim, okurken çok ettim de yine edeyim 😄 Artık aşk gözünü kör etti herhalde ki Elisabeth'e bu kadar haksız davrandı. Kız resmen gözlerinin önünde eridi gitti ya çok üzüldüm. Bir de aşk kelimesini nasıl kavradıysa ilk zannettiği kadın (Spoiler olmasın diye böyle söylüyorum.) ona sevmediğini açıkça belli etse de yine de naz yapıyor diye düşündü. Bu kısımda çok kızdım.  Oysa diğeri ona ne kadar da güzel davranıyordu. 

İşte ben burada biraz kendi fikrimi söylemeyi istiyorum. Aşk denilen kelimeyi bu kadar basit düşünmemek aslında verilen değeri anlamak çok önemli. Yani genç kızın o ilgisi ve ona karşı olan düşünceli tavırları onu sevmek değil miydi? onun iyiliğini düşünmek ve iyi olmasını dilemek?  Ama Bob için sadece gece gördüğü kadın önemliydi. Bu yüzden Bob sana çok kızdım. 

Puanım: 10\8  Bob yüzünden kırdım  😂 😂



Alıntılar

…sonsuza dek kaybettiğini biliyor ama ulaşılamaz olana duyulan çaresiz bir özlemle, hâlâ onu sevdiğini hissediyor.

İnsan her şeyini kaybettiğinde
elinde kalan son şey için umutsuzca savaşır.

Yoksun kalınan şey öylesine kaybedilmiştir ki, artık sadece bir ağrı gibi hissedilir ve acı verir.

Alacakaranlık her yeri örter, akşam ortaya çıkan hüzün onların üzerindeki yıldızsız bir boşluk gibidir, karanlık kanlarına gizlice süzülür ve içlerindeki parlak, renkli tüm kelimeler sanki yüreklerinin en derinlerinden geliyormuş gibi, dopdolu ve ağır bir sese sahiptir.



Yazar Hakkında

Stefan Zweig (28 Kasım 1881 - 22 Şubat 1942),

Avusturyalı Roman, Oyun, Biyografi ve gazetecidir. 1920-1930'lu yıllarda edebiyat hayatının zirvesinde olan yazar, dönemin dünyasının en çok çevrilen ve en popüler yazarlarındandır. 

Henüz lise çağlarındayken şiir yazmaya başlamıştır. Satranç Nazi zulmüne uğranılan zamandaki eserlerdendir. O yıllarda Yahudi kitapları toplanılarak yakıldığı için Zweıg'ın evi de basılmıştır. Daha sonra ülkesini terk etmiş ve Londra ya yerleşmiştir. II. Dünya savaşında konferans için gittiği Brezilya'ya yerleşmiştir. Ve orada ünlü kitabı Satranç'ı kaleme almıştır. Hayatında yaşadığı acılar ve düş kırıklıkları nedeni ile 22 Şubat 1942'de karısı Lotte ile birlikte zehir içerek intihar etmiştir.( İşte bir devir de böyle kapanmıştır. )

Üniversite yılarına geldiğinde yazmaya daha çok önem verir, Neue Freie Presse gazetesinin kültür sayfalarında yazar. Burada hatırlı edebiyat çevresinde yaşayan dostlar edinir, kendisi de felsefe eğitimi aldığı için arkadaşlarıyla sürekli uzun süren edebiyat sohbetleri düzenler.
Zweig bu dönemde hem kendi anlatım tekniğini bulmuştur, hem gazetede yazarlık yapmıştır, hem çeviri romanlar hem de kendi şiirlerini yazmaya başlamıştır.

Ölümünün ardından en sevdiği yazarlardan olan Montaigne'nin sözü akıllarda kalmıştır. "En gönüllü ölüm, ölümlerin en güzelidir."



"VİCDAN HATIRLADIKÇA HİÇBİR SUÇ UNUTULMAZ" Stefan Zweig


Bugünkü yazımın sonuna geldik. Kitabı okudunuz mu? benimle yorumlarda paylaşabilirsiniz. Kendinize iyi bakın, sağlıcakla kalın. ❤

İnstagram: gamzeli_kiz_blog
Twitter: Gamzelikizblog



Selamlar herkese ben Gamzeli Kız. Bloğuma hoş geldiniz. Bugün sizlere yeni bir dil öğrenmeye başlarken yardımcı olacak uygulama tavsiyeleri vermek istedim. Kullandığım ve sevdiğim uygulamaları sizler için derledim. Vereceğim uygulamaları ücretsiz bir şekilde telefonunuza indirebilir ve rahatlıkla kullanabilirsiniz. Hadi yazıya geçelim, okumaya devam edin 👀




Duolingo

Dil öğrenme konusunda bir arayışa girdiğinizde önünüze çıkan ilk uygulamalardan biri Duolingo. Ücretsiz indirebiliyorsunuz. İstediğiniz bir dili seçerek onu öğrenmeye başlıyorsunuz. Bir dili seçtikten sonra o dille ilgili kulüpler çıkıyor, o kulüplerde de farklı insanlar oluyor ve paylaşımlar yapıyorlar. Senin başarına göre seni sıraya sokuyor.  



Bir cümleyi sesli telaffuz ettikten sonra karışık kelimeler veriyor ve siz onları düzgün bir sıraya sokuyorsunuz. Boşluk doldurmalarda yer alıyor. Özellikle sesli telaffuzu sayesinde siz de kelimelerin ve cümlelerin telaffuzuna alışıyorsunuz. Fotoğraflarla beraber kelimeleri öğrenebiliyorsunuz. Size konuyu öğretene kadar da farklı tarzlarda çevirip çevirip önünüze getiriyor. 

Bir de size hatırlatıcı mailler gönderiyor. Örneğin "Bugün İngilizce çalışmadın İngilizce çalış, Şu kişi seni puanında geçti" gibi mesajlarla sizi çalışmaya çağırıyor. 



Busuu


Bu uygulamada başlangıç seviyesini seçtiğinizde direkt merhaba, nasılsın? gibi kelimelerle başlıyor. Tamamlandığında da sana bir diyalog çıkarıyor. Ve sen bu diyalogu boşlukları doldurarak kendin oluşturuyorsun. Bir artısı da şu ipucu adı altında kelimelerle ilgili kültür bilgileri veriyor. 




Sosyal diye bir kısım da var işte bu kısım da arkadaş edinmeyi sağlıyor. Örneğin ben Türkçe konuşup İtalyanca öğrenmek istiyorsam karşıma İtalyanca konuşup Türkçe öğrenmek isteyen insanları çıkarıyor. 





Beelinguapp

Bu uygulama benim karşıma tesadüfi bir şekilde çıkmıştı. Gerçekten çok verimli bir uygulama.
Uygulama size seçtiğiniz dil üzerinden sesli kitaplar okuyor. İstediğiniz dilde istediğiniz kitapları okuyorsunuz. Üst kısımda o dilde, alt kısımda da kendi dilinizde yazıyor. Dinlerken ve okurken aynı zamanda da altından Türkçe takip edebiliyorsunuz. Bu da kelimelerin anlamlarını çıkartabilmenize olanak sağlıyor. 

Güzel olan bir tarafı da var ki o da şu, kişisel sözlük. bilmediğiniz bir kelime varsa o kelimeye basılı tutup sözlüğünüze ekliyorsunuz. Daha sonra girip bilmediğiniz kelimelere bakabiliyorsunuz bu da eksiklerinizi görebilmenizi sağlıyor. 




Mondly 

Ve son olarak kendim keşfettiğim bir uygulama olan Mondly'den bahsetmek istiyorum. Bir ara Korece öğrenmeyi çok istiyordum hala ara ara çalışıyorum ama o zamanki kadar değil tabii. Dizileri altyazılı izlerken birkaç kelime öğrenmiş oluyorum. İşte o dönem de PlayStore' dan araştırma yapmıştım ve karşıma bu uygulama çıktı. Daha sonra da bir uygulamada 33 dili barındırdığını öğrendim. Ama ayrıca dillere özel uygulamaları da var. 


Uygulama şu şekilde ilerliyor, önce başlangıç dersleri ile başlıyorsunuz. Kategorilerden ben başlangıcı seçerek başladım. Bunun yanı sıra iş görüşmesi, sipariş verme gibi farklı kategorileri de seçebilirsiniz. 

size resimli kartlar vererek kelimeleri öğretiyor, sonra karışık şekilde devamlı sorup ezberletiyor. Sonra tıpkı Duolingo gibi sesli cümleyi okuyor ve sizden cümleyi seçmenizi, cümleyi birleştirmenizi istiyor. Ve kelimeleri böyle öğrendikten sonra dersin sonlarında kelime ve cümleleri sizin telaffuz etmenizi istiyor. Hem eğlenceli hem de verimli bir uygulamaydı. Öğretirken aynı anda da telaffuzunuzu iyileştirmeye yardımcı oluyor. 


***

Bugün sizlere dil öğrenirken kullanmanızı önerdiğim uygulamalardan bahsettim. Umarım sizler için yararlı olur. Daha önce kullandığınız uygulamalar var mıydı? benimle yorumlarda paylaşabilirsiniz. Düşüncelerinizi yorumlara bekliyorum. Kendinize iyi bakın, sağlıcakla kalın ❤

Instagram: gamzeli_kiz_blog
Twitter: Gamzelikizblog




 Selamlar herkese ben Gamzeli Kız bloğuma hoş geldiniz. Bugün yeni bir kitap yorumu ile beraberiz. Uzun zamandır okumak istediğim ve herkesten çokça duyduğum bir kitaptı. Hatta Hikmet Anıl Öztekin'in YouTube videosunda da önerdiğini görünce kitaba karşı merakım çokça arttı. Bir kitap alışverişi yaparken de hemen sepetime attım. Zaten kapağından ve isminden açıkça konusu belli oluyor. Arka kapağını da okuyunca başlamak için daha da heyecanlandım. Hemen kitap hakkında bilgilendirmeleri yaparak yazıya geçelim. Hadi okumaya devam edin 👀


"Tüm hayvanlar eşittir ama bazıları diğerlerinden daha eşittir!"


Hakkında

Benim elimdeki kitap Maviçatı Yayınlarından Ucuzkitapal.com'dan almıştım. Ben kapağını sade ve aynı zamanda ilgi çekici buldum. Arka kapağında kitabın konusu yer alıyor. Sayfa sayısı 104. Derya Akküç tarafından çevrilmiş. 

İçerisinde hiç resim yok. Ben bir videoda özel baskının incelemesini izlemiştim. Gerçekten çok güzel hazırlanmıştı. Dış tasarımı, sayfaların kalitesi ve içindeki resimler şahaneydi. ama tabii bütçe konusunda pek iyi değil 😃 

Özel Baskı

Ayrıca kitabı okuduktan sonra yazar hakkında biraz araştırma yaptım. Çünkü bu kitap dışında 1984 isimli kitabını da almıştım ama onu henüz okumadım. Arka kapağını sadece okudum ve bu kitap ile beraber anlattıkları üzerine kendisini merak ettim. İlginç birkaç bir şey buldum.

- İngiliz romancı George Orwell 1943 yılının Kasım ayında Hayvan Çiftliği'ni yazmaya başlamış. Kitap o dönemin siyasi konuları yüzünden yayınevleri tarafından basılmamış. 

- Hayvanlar insani özellikler yüklendiği ve bunun insanlara hakaret olduğu gerekçesi ile 1931 yılında Çin Hükümeti tarından yasaklanmış. 


Konusu

Manor çiftliğinde yaşam hayvanlar için çok zor ve ağırdır. İhtiyar Majör onlara "Hayvanların özgür olduğu, çiftliği yönetebildikleri ve sadece kendileri için çalıştıkları bir rüyadan bahsederek isyan fikrinin tohumlarını yeşertir.

Çiftlik yönetiminden memnun olmayan ve insanlardan nefret eden hayvanların iktidara geçme eylemini konu alıyor. Domuzların önderliğinde tüm hayvanlar çiftliğin başına geçmeye çalışır. Hayvanların amaçları daha eşit bir topluluk oluşturmaktır. Çiftliğin en akıllı hayvanı olan domuzlar idareyi ellerine alarak önder bir takım oluştururlar. Bu süreçte isteğine ulaşan çiftliği batıran da yine domuzlar olur.


Yorumu 

Kitap hakkındaki düşüncelerime gelirsek; kitapta verilmek istenen çok fazla mesaj vardı. Yalnız benim doğru bulmadığım çok nokta vardı. Hayvanların çiftliği ele geçirmesi ve kendi isteklerine göre yaşaması başta çok güzeldi. Fakat domuzların bencil olduklarını düşünüyorum. Snowball'a yapılan her şe bence büyük bir haksızlıktı. Oysa hayvanlar haksızlığa karşı gelmek istiyorlardı. Ve bu yüzden de çiftliği ele geçirdiler. Bu uğurda yapılan savaşta hayvanlar bile öldü. İnsanlara benzememek istediler ama sevdiğim bir alıntıyı yukarı bıraktım kesinlikle bencilleşip insanlara benzediler. Tabii bunun suçlusu kesinlikle domuzlardı diğer hayvanları hor görüp kendilerini yücelttiler. Böylelikle de zamanla Hayvan Çiftliği'ni sona yaklaştırdılar. Zaten yazarda burada domuzların giderek insanlara benzediğini anlatmış. 

Kitap yazarın yaşadığı döneme bir hikaye kurgusu altında eleştirisi aslında. sosyalizm komünizm gibi konulara eleştiriler var. Yazar yaşadığı dönemi iyi gözlemleri ile başarılı bir şekilde kitaba yansıtmış. Sade bir yazım dili var. süslü kelimelere ihtiyaç duyulmamış. Çoğunlukla mesaj niteliğinde paragraflar var. 


Alıntılar 

 İnsan üretmeden tüketen tek yaratıktır. Süt vermez, yumurta yumurtlamaz, sabanı çekecek gücü yoktur, tavşan yakalayacak kadar hızlı koşamaz. Gene de tüm hayvanların efendisidir.


 İnsan ile hayvanların ortak çıkarı vardır, birinin dirliği öbürlerinin de dirliğidir, diyen çıkabilir. Onlara sakın kulak asmayın. Hepsi yalan. İnsanoğlu, kendinden başka hiçbir yaratığın çıkarını gözetmez.


Şunu da unutmayın ki, insana karşı savaşırken sonunda ona benzememeliyiz. Onu alt ettiğimiz zaman bile, onun kötü alışkanlıklarını benimsemeye kalkmayın. Hiçbir hayvan asla bir evde yaşamamalı, yatakta yatmamalı, giysi giymemeli, içki ve sigara içmemeli, paraya el sürmemeli, ticaretle uğraşmamalı. İnsanın bütün alışkanlıkları kötüdür. Ve en önemlisi, hiçbir hayvan kendi türünden olanlara zorbalık etmemeli. Güçlüsü güçsüzü, akıllısı akılsızı, hepimiz kardeşiz. Hiçbir hayvan başka bir hayvanı öldürmemeli. Bütün hayvanlar eşittir.

 

Hayvan Çiftliği, Hayvan Çiftliği, inan,
Benden sana zarar gelmez hiçbir zaman!



George Orwell Kimdir?

Eric Arthur Blair veya daha bilinen takma adıyla George Orwell, 20. yüzyıl İngiliz edebiyatının önde gelen kalemleri arasında yer alan İngiliz romancı, gazeteci ve eleştirmen. En çok, dünyaca ünlü Bin Dokuz Yüz Seksen Dört adlı romanı ve bu romanda yarattığı Big Brother kavramı ile tanınır.


Orwell, 25 Haziran 1903'te Hindistan'ın doğusundaki Eric Arthur Blair'de doğdu. Bir ablası ve bir kız kardeşi vardı. Babası, Hindistan Devlet Memurluğu'nda küçük bir gümrük görevlisiydi. 
İngiltere'de eğitim gördü ve Eton'dan ayrıldıktan sonra Burma'daki Hint İmparatorluk Polisine, ardından bir İngiliz kolonisine katıldı. 1927'de istifa etti ve yazar olmaya karar verdi. 1928'de bir yazar olarak başarı eksikliğinin onu bir dizi önemsiz işe zorladığı Paris'e taşındı.


Deneyimlerini 1933'te yayınlanan ilk kitabı 'Paris ve Londra'da Down and Out' kitabında anlattı. Ayrıca bu dönemde Orwell, Middlesex'teki küçük bir özel okulda ders verdi. Daha sonra Orwell, boynundan vurulduğu ve hayatı için kaçmak zorunda kaldığı Cumhuriyetçiler için İspanyol İç Savaşı'nda savaşmaya gönüllü oldu. Bu arada Komünistler muhalifleri tutuklamaya başladı ve Orwell İspanya'dan kaçmak zorunda kaldı. İngiltere'ye geldikten sonra, 1938'de yayınlanan Katalonya'ya bir Saygı yazdı.
Ancak 1938'de Orwell tüberkülozdan muzdaripti. 1938-1939 kışını Fas'ta geçirdi. 1939'da başka bir romanı olan Coming Up For Air yayınlandı. İkinci Dünya Savaşı'nın başında George Orwell askerlik hizmeti için reddedildi, ancak 1941'den 1943'e kadar BBC için çalıştı. 1943'te sol kanat dergisi Tribune için edebi editör oldu. Daha sonra 1945'te büyük hiciv Hayvan Çiftliği yayınlandı. 1949'da başyapıtı 1984 yayınlandı.


Eserleri 

-Paris ve Londra'da Beş Parasız

- Burma Günleri

- Papazın Kızı

- Zambak Solmasın

- Wigan İskelesi Yolu

- Katalonya'ya Selam

- Aspidistra

- Daralma

- Hayvan Çiftliği

- Bin Dokuz Yüz Seksen Dört


Bir kitap yorumunun daha sonuna geldik. Kitabı daha önce okumuş muydunuz? Benimle yorumlarda paylaşın. Kendinize iyi bakın, sağlıcakla kalın ❤


Instagram: gamzeli_kiz_blog

Twitter:  Gamzelikizblog


 Haftanın kelimeleri: İmaj/Psişik/Hasta/Rüya/Ruhsal



SİLÜET

"Geri döneceksin!" dedi derinden gelen hırslı ama bir o kadar da sakin ve kararlı bir ses. Ortamda oluşan sis buğuları ile birlikte kısmen görünen yüz hatlarının kırıştığı görüldü. Elinde tuttuğu uzun bir değneği sertçe yere iki kez vurdu. Önce yer hafif bir sallantıya uğradı sonra ise çatlaklar oluştu ve açılan yarıkların içerisinden çıkan garip kara sisler yükselmeye başladı. Yükselen sisler gözlerin üzerine perdeler indirirken ahenk içinde etrafa yayılıyordu. Artık görünürde somut herhangi bir şey yoktu. Kara dumanlar birleşip şekiller almaya ve teninin üzerinde farklı hislere neden olunca geri çekilmeye çalıştı. 

"Yeniden burada var olacaksın!" her yer kapkaranlık iken tekrar gelmişti bu ses kulaklarına. Nefeslerinde burnuna temiz hava dolmak yerine kara dumanlar doluyor, beynine zarar veriyordu. Dumanlar iç vücudunda özgürce dolaşıp onu etkisi altına almaya başlamıştı. Yine de zihnini korumaya çalışıyor ve buna direniyordu. Ayaklarının çevresini saran belli bir kıvamdaki bu sis, yavaşça dolaşarak bacaklarına, gövdesine, göğsüne ve boynuna ulaştı. Boyun çevresinde nefesini sıkıştıran kara duman vücudunun içinde çoktan kanına karışmış ve onu ele geçirmişti. 

"Artık her şey çok değişti!" dediğinde kulağına aşina olan bu ses, ruhunun çekildiğini hissetti. Ve son kez vücudunun kontrolünü ele aldığında bilincini kaybetti. Gözleri kapkara bir karanlığa büründü ve tam göz bebeklerinde yeşil bir ışık boy gösterdi. Kırışan yüzünde iğrenç bir gülümseme peyda oldu. 

...

Elleri üzerinde serili olan ince pikenin uçlarına sıkıca tutunmuş sanki koparılmak istemezcesine avuçlarını sıkıyordu. Kafası durmadan yastığın üzerinde ufak hareketlerle bir sağa bir sola yatıyor, yüzü dehşetin somut hali ile bezeniyordu. Dudakları aralandığında zar zor aldığı nefeslerin arasında sadece "Kara..." kelimesi duyulmuştu. Sanki devam ederken biri onu susturuyormuşçasına direniyordu.

Üzerinde mavi tondaki bir önlük bulunan kadın koşarak odaya girdiğinde önce hayati fonksiyonlarını gösteren üniteyi kontrol etti. Hızla genç kızın koluna sarılıp içinde bulunduğu rüyadan onu uyandırmak istedi. Sabit tutmak isterken bilinci burada olmayan genç kız daha fazla direnerek esir olmaktan kurtulmaya çalışıyordu. Mavi önlüklü kadın sessizce kulağına onu sakinleştirici kelimeler fısıldadı. 

Genç kız daha fazla direnemediğinde derin bir nefes ile yatakta doğrulurken gözleri irice açıldı. Etrafına neyin içinde olduğunu anlamak ister bakışlarla bakarken biraz daha sakindi. Kadın yatağın yanında duran komodinin üzerindeki su doldurduğu bardağı genç kızın sırtını sıvazlarken ona uzattı.

"Sakin ol. Hadi bir yudum iç." Genç kızın sessiz direnişleri sırasında ağzı kupkuru olmuştu. Dudakları ve yüzü bembeyazdı. Üzerinde hala bir şaşkınlık olsa da kadının elindeki bardağı ellerinin titreyişini umursamadan alarak yavaşça içti. Kadın bardağı yerine bırakıp serumunu kontrol ederken genç kızın aklında bir olay belirdi. Üzerindeki pikeyi bacaklarından çekip ayağa kalktığında karşısında hemşire kadını buldu.

"Lütfen sakince uzanır mısınız? Hastasınız siz!"  ellerini kızın kollarına sarıp onu yatağa yatırmak istediğinde sertçe kolları geri ittirildi onun tarafından.

"Yanılıyorsunuz. Hasta falan değilim ben!"

Hemşire genç kızı sakinleştirdiğini düşünüp odadan çıktığında çok yanılmıştı. Genç kız hızla altına siyah kotu ve üzerine de deri ceketi çekip odadan çıkarken koridor sonuna kadar boştu. Büründüğü imaj onu gören herhangi bir kimsenin ilgisini çekebilirdi.  Kolonların arkalarında saklanarak en alt kata kadar inmeyi başardı. Dağılan siyah uzun saçları ile yüzünün beyazlığı birini korkutabilecek derecedeydi. En alt kata indiğinde bekleme koltukları, koridorlar ve giriş çıkış kapısı insanlarla doluydu. Güvenlik ve hemşireler koridorlarda volta atıyordu. Buradan çıkması imkansızdı. Kafasını arkasına çevirdiğinde gözleri yangın çıkışını buldu. Hızla kapıya kadar koştu ve ancak sertçe kendine doğru çektiğinde kapıyı açıp dışarı çıkabildi. Neyse ki şanslıydı ve kimse onu görmemişti.                      

Hastanenin arka çıkış kapısından çıktığında üzerinde asılı olan tabelaya iğrenir bakışlar gönderdi. Ruhsal hastalıkları olan dolu insanın bulunduğu bu hastaneye yatırılması onun için hem çok zor hem de uzun bir macera olmuştu. Ama artık bunun bir önemi yoktu. İçinde daha fazla yükselmeye devam eden o hislerin yuva kurduğu asıl bataklığa gidecekti. Kaçmıştı, durmadan nefesleri sıkışana kadar, bacakları zayıf düşene kadar koşmaya başladı. Güneşin altında kalan binaların gölgelediği ıssız sokaklarda hızla koşmaya devam etti. 

Nefesleri kalbini sıkıştırıp bacakları artık titremeye başlayınca duraksadı. Ancak durduğunda ayaklarının çıplak olduğunu fark etti, geçtiği yollar boyunca ufak tefek cisimler tabanlarını çizmiş ve küçük kesikleri oluşturmuştu. Bunu umursamadı zira umursayacak bir halde değildi. Tekrar bir ses zihnini esir aldı, bozuk plak gibi dönüp duruyordu. Yakalandığını hissetti, kaçış yolları kapanmıştı. Ve bundan asla kaçamayacaktı çünkü bu zaten onun içindeydi. Bunu kabullenmek zorundaydı. Başını iki elinin arasına alıp gözlerini sıkıca yumdu. Ağrı arttıkça, ses durmadan yükseldikçe elleri ile başına daha fazla baskı uyguluyordu. Dizlerinin üzerinde yere eğilmişti bedeninin bitkinliğinden. 

Gözleri sıkıca kapalıyken saçlarının uçuşmasıyla etrafında sert bir rüzgarın estiğini hissetti. Gözleri bir anda açıldı ve merakla etrafı taradı. Korku hakimiyetteydi. Bir kez daha solundan kapkara bir gölgenin geçtiğini gördüğünde dudaklarından tiz bir çığlık kaçtı. Çığlığı boş sokakta yankı yaparak geri ona döndü. Hızla doğruldu ve geriye doğru sendeledi. Bacakları gibi elleri de titriyordu şimdi. Geri geri yürüdükçe ayaklarından akan ılık kanları daha fazla hissediyordu. Acı şimdi korku ile harmanlanmış, zihnindeki ses ise artık susmuştu. Kalbi durmadan sanki göğüs kafesinden ayrılıp çıkmak istercesine atıyordu. 

Arkasını döner dönmez birkaç metre ilerisinde bir silüet belirdi. Silüet ona yaklaştıkça bedeni net bir şekilde beliriyor, en çok gözlerinin içindeki toprak rengi onun dikkatini çekiyordu. Elinde tuttuğu uzun değneği ona doğru uzatarak daha da yaklaştı. Genç kız gördüğü değneğin ona hatırlattığı anı anımsayınca dehşet içinde kaçmaya çalıştı. Fakat yerinden bir milim bile kıpırdayamadı. Anında gördüğü kara sisler tüm vücudunu çevirmeye ve onu sıkıştırmaya başladı. Ona yaklaşan silüet elindeki değneği havaya kaldırıp bir şeyler söylerken genç kızın kulakları adeta sağır olmuş gibiydi. Başı dikleşti, gözleri karanlığa gömüldü, açılan ağzından kara dumanlar yükselmeye başladı. İçinde yuva yapan bu sisler vücudundan boşaldığında genç kız bilincini kaybederek yere yığıldı. Masmavi deniz gibi berrak gözleri artık arındığında son kez bu silüetin ona olan bakışlarını gördü.

Psişik güçlerin ona kodlandığı yıllarda henüz hiçbir bilgisi olmayan küçük bir kız çocuğuydu. Fakat o bunun farkındaydı. Herkes tarafından onda bir gariplik olduğu seziliyordu ancak kimse bunu kabullenmek istemiyordu. Özellikle de o kendisine bu damganın yapıştırılmasını asla istemiyordu. Şimdi ise on dört yıl geçmişti o günün üzerinden. Ne olmuştu da şimdi geri dönmüşlerdi? 

Üzerindeki siyah pelerini taşıyan adam dağılan tüm sisleri elindeki değneğe hapsedince genç kızı olması gereken yere gönderdi. Şimdi bambaşka bir evrende yeni bir kimlik ile yeniden doğacaktı. Güçleri ona verildiği ilk gün gibi ona gönderilen rüya mesajı ile beraber yeniden ondan alınmıştı.

*

 Selamlar herkese ben Gamzeli Kız. Bugün Röportaj serimizin yeni yazısına hoş geldiniz. Her yazıda bir bloggerın bize eşlik ettiği yazıda bugün sevgili Sibel Yıldız ile beraberiz. Bir Yıldızın Hikayesi isimli bloğuna üzerine tıklayarak ulaşabilirsiniz. Öncelikle Sibel Yıldız'a bu yazıda bana konuk olduğu için sizlere yazıyı ziyaret ettiğiniz için çok teşekkür ediyorum. yıldızla beraber çok güzel sohbet tadında bir röportaj yaptık. Sorduğum sorulara gerçekten çok güzel cevaplar verdi. Kendisi aynı zamanda Anne Bebek dergisinde de köşe yazarlığı yapıyor orada paylaştığı hikayelere de bakabilirsiniz. Bloğunu ziyaret edip yorum bırakırsanız çok hoş olur. Hadi röportaja geçelim, okumaya devam edin 👀



1) Öncelikle merhaba Yıldız 😊 Blog isminle hitap ediyorum umarım bir mahsuru olmaz. Seni Bloggerdan az çok tanıyoruz ama bize biraz kendinden bahsedebilir misiniz?

Merhaba Gamzeli Kız. Blog ismimle hitap etmenin elbette bir mahsuru yok. Karadeniz’in incisi Ordu’da doğdum. İlk orta ve lise tahsilimi Ordu’da tamamladıktan sonra okuduğum üniversitede akademik kariyer yaptım. Halihazırda aynı devlet üniversitesinde öğretim üyesi olarak görevime devam etmekteyim. Evli ve bir çocuk annesiyim.

 

2) Blogger ile nasıl tanıştınız?

Sen sorunca bu sorunun cevabını biraz malumatfuruşluk yaparak yanıtlamak istedim. Blog fikri, ilk olarak 1994 yılında bir üniversite öğrencisinin (Justin Hall – Kişisel Blog) aklına gelmiş. O yıllarda daha ziyade günlük tutmak şeklinde başlayan bu akım, ticari markaların işin içerisine girmesiyle daha da büyümüş. Google’ın, Blogger'ı satın aldığı dönemlerde (2003) blog yazma-okuma sanırım çok daha popülerdi. Hatta 2004 yılında “blog” kelimesi nette en çok aranan kelime olmuş. Bugün yalnızca ABD'de 31,7 milyondan fazla blog yazarı, internette ise 440 milyondan fazla blog olduğu söyleniyor. Bunca şey olup biterken blog dünyasını uzun zaman uzaktan ve yüzeysel takip etmiş olduğumu hayıflanarak itiraf ediyorum.

O dönemlerde blog deyince benim aklıma daha ziyade kitap ve yemek bloggerları geliyordu. Bir de adını sıkça duyduğum Pucca vardı. Hatta blog yazarlığı onu Hürriyet gazetesinde köşe yazarlığına kadar getirmişti. Bu arada yeğenimden sonra takibe aldığım ilk blog sevgili DeepTone’dur (Sade ve Derin). 


3) Blogger hesabı açmaya nasıl karar verdiniz?

Ablamın küçük kızının günlük tarzında açtığı bir bloğu vardı.  İzmir’e onları ziyarete gittiğimde tam da bu konuları konuşurken kafamın bir köşesinde bekletmekte olduğum blog açma fikri, sevgili yeğenimin de katkılarıyla bir anda vücut buldu. Amatör bir formatla uzunca bir süre yazdım. En son, sevgili Zeynep (Kayıp Fısıltı) çekip çevirdi, güzelleştirdi blogumu, daha profesyonel bir hale getirdi. Buradan kendisine bir kez daha çok teşekkür ediyorum.

Nasıl karar verdim sorusuna dönecek olursak; derler ki “Yazmak zamanı durdurmaktır. Yüzyıllar sonra hiç tanımadığınız biri, yazdıklarınızı okuduğunda sizin durdurduğunuz zamanda yaşayacaktır.” Öncelikle geleceğe, sevdiklerime küçük notlar, hatıralar bırakmak istedim. Ne demişler söz uçar, yazı kalır. Bunlar da benim dijital ayak izlerim olsun.


4) Hesabınızı açtığınız ilk tarihi hatırlıyor musunuz? Hesabı açarken neler hissettiniz?

2017 yılının Ağustos ayında bloğumu açıp, bu mecrada fiilin yer aldım. Blog için özel bir tema seçmedim. Kendimi kısıtlamadan özgürce her konuda yazabilmeyi hayal ettim. Kültür sanat, edebiyat, bilim teknoloji, güncel, yaşama dair her şeyi kapsayan bir blog oldu. Çok heyecan vericiydi. Çok mutlu oldum.


5) Bizlere ilk yazdığınız yazıyı biraz anlatabilir misiniz?

İlk paylaşımlarımı çok kısa kısa ve biraz da ürkekçe yapmışım. Sanki ortamın nabzını yoklamak istercesine. 2 Ağustos 2017 yılında Mevlana Hazretlerinin şu sözü ile merhaba demişim: “İnsanlar seni yanlış anladığında dert etme, duydukları senin sesin fakat aklından geçirdikleri kendi düşünceleridir.”


6)  Bloggerlar hakkında ne düşünüyorsunuz?

Çoğu bloggerın oldukça seviyeli, kültürlü, donanımlı, gelişmeye çok açık olduklarını, eleştirilerini bile oldukça nazik bir üslupla dile getirdiklerini düşünüyorum. Bugüne kadar iletişimde olduklarımla olumsuz bir tecrübe yaşamadım. Pek çoğundan harika şeyler öğrendim, kendimi devamlı güncelledim. Çok güzel dostluk kurduklarım da oldu. İnsanın yüz yüze hiç tanışmadan, sözlü iletişim kurmadan gönül bağı kurabilmesinin en canlı örneği bloggerlar. 

 

7) Hesabınızda gördüğüm kadarı ile bir kitabınız var. Bizlere hakkında bilgi verir misiniz? Kitabın konusu nedir?

Öykü kitabı çıkarmak, çocukluk hayalim olmasa da son yıllarda gerçekleşmesini çok çok istediğim bir dilekti. Evlere kapandığımız pandemi sürecinde öykülerimi bir araya toplama, edit etme ve yayınlama fırsatı buldum. Bir nevi krizi fırsata çevirdim.

“SOLMAYAN ÜMİT” adını verdiğim kitap, uzun, kısa 17 adet öyküden oluşmakta. Öykülerin üçü komedi tarzında, diğerleri ise biraz daha duygu yoğunluğu yüksek kıvamda. Kitapla ilgili kendimi övercesine bir şeyler yazmayı çok doğru bulmuyorum. Ancak sadece şu kadarını söyleyebilirim ki her bir öyküyü çok hissederek yazdım, “yazarken kendi yüreğime defalarca dokundum, karakterlerimle yoğruldum, onlarla ağladım, onlarla güldüm. Bazen onlar beni sürükledi, bazen ben onları aldım götürdüm, birlikte diyar diyar dolaştık, acı-tatlı yol aldık ve okuyucunun huzurunuza geldik. Blog ailem de beni bu konuda çok destekledi. Çok güzel yorumlar aldım. Kitabı alıp okuyanlar, kendi sayfalarında paylaşanlar, sosyal medyada tanıtımına katkı sağlayanlar, heyecanıma, sevincime ortak olanlar o kadar çok oldu ki unutup üzmekten korktuğum için isimlerini tek tek anmaya çekiniyorum şu an. İşin en güzel yanı ise birlikte sergilediğimiz duyarlılıktı bence. Zira kitabın geliri başarılı ve dar gelirli çocuklarımızın eğitim hayatına katkı sağlamak üzere Darüşşafaka Eğitim Kurumuna bağışlandı. Kitapsever/hayırsever gönül dostları sayesinde toplamda 8215 TL’lik bir bağış kurumun hesabına yatırıldı. Kitabın basım masrafı Yıldız ailesi tarafından karşılandı ve bu kalem, toplanan bağış yekününden düşülmedi.

 

8) Anne bebek dergisinde ayrıca köşe yazarlığı yapıyorsunuz. Biraz bahseder misiniz, Ne tür yazılar yayınlıyorsunuz?

Bu güzel derginin üyesi olmamda en büyük itici gücüm, güzel vesilem blog arkadaşım; sevgili Sevil Çevirgen’dir. Namıdiğer Düş Tasarımcısı, benim düşümü de tasarladı diyebilirim. Bildiğiniz gibi Sevil blog yazmak dışında usta bir fotoğraf sanatçısı, Hayalci Cüce kitabının ve Başka Bir Hayat Mümkün mü kitaplarının yazarı, Anne Bebek dergisinde uzun zamandır köşe yazarı… Kısacası on parmağında on sanatsal marifeti olan nadide bir insan.

Yazı yazma ile haşır neşir kişilerin pek çoğunda gözlemlediğim gibi ‘köşe yazarlığı’ düşüncesi epeydir benim de hayallerimi süslemekteydi. Ama hangi mecrada, ne zaman, nasıl olur pek bir fikrim yoktu. Sevgili Sevil’in Anne Bebek dergisindeki paylaşımlarını büyük bir beğeni ile okuyor, zaman zaman da dergiyi takip ediyordum. Bu derginin, kendi kumaşıma uygun içerikler üretebileceğim harika bir platform olduğunu idrak etmem fazla uzun sürmedi.

Sevilciğim ile blog takipleşmesinin yanı sıra yayınevi arayışları süreçlerimizde birkaç kez telefonda konuşmuştuk. Sosyal medyadan da takipleşiyorduk. Kendisine mesaj atıp “Sevilciğim söz konusu dergiye gönüllü olarak ben de bir şeyler karalasam acaba ne düşünürler?” diye sordum. O da sağ olsun beni cesaretlendirdi. “Özgeçmişinle birlikte meramını anlat, mutlaka geri dönüş yapacaklardır” dedi. Sevil’den aldığım güçle dergiyle iletişime geçtim. Özgeçmişime blog adresimi de ekledim. Derginin kıymetli editörü Berna Hanım, blogda yazdığım öykülerden iki tanesini okumuş. Beğenmiş olmalı ki "Bir hikâyenizi gönderin" dedi. Hikâyeyi de beğenmiş olmalı ki bana bir köşe ismi bulmamı söyledi. Yani süreç öyle hızlı ve öyle büyülü bir şekilde aktı ki ben hala rüyada gibiyim. Özetle şu anda Anne Bebek dergisinde “YILDIZLI HİKAYELER” adında bir köşem oldu. “Tuna Nehri” isimli ilk öyküm Nisan-2021 sayısında yer aldı. On aydır dergiye düzenli olarak yazı gönderiyor, bazılarını blog sayfamda da paylaşıyorum.

 

9) Blog yazılarınızda nelere dikkat ediyorsunuz?

Her ne yapıyorsam yapayım, işimi ciddiye alır, elimden geldiğince özen gösteririm. “Haydi bakalım yazdım gitti, oldu bitti” diyemiyorum. O yüzden çok sık paylaşım yapamıyorum. Çok da hoşuma gitmeyen bu hal ve yoğun çalışma tempom beni epeyce frenliyor. Blog yazarlığında süreklilik çok önemli oysa. Ayrıca istatistiklere bakarak şunu da fark ettim ki uzun yazıların taliplisi pek fazla olmuyor. Bunu bilsem de riayet etmeden uzun yazılar yazdığım olabiliyor hala.

Bir de benim yaptığımın tersine sanırım sadece tek bir tema üzerinden gitmek (sadece yemek, sadece kitap, sadece gezi bloğu olmak gibi) okurun kafasında daha iyi yer ediyor. Onun dışında içeriklerin orijinal olması önemli. Kullanılan dil önemli. Samimiyeti karşı tarafa geçirmek önemli. Ziyaretçilere farklı bir renk katabilmek, küçük bir bilgi kırıntısıyla da olsa onları elleri boş döndürmemek önemli diye düşünüyorum. Bilmem bütün bunların ne kadarını başarabiliyorum. 

 

10) Sizin de bu konudaki fikrinizi merak ediyorum. Sizce yazmak yetenek işi midir?

Bana göre, sadece yazmak bir yetenek değildir, ama iyi yazmak bir yetenektir. Yazmak, salt kelimeleri bir araya getirip alt alta cümleler, paragraflar sıralamak olmamalı. Bu kadarı bir prospektüs yazarken, bir ürünün kullanım kılavuzunu hazırlarken, bilimsel bir makale yazarken yetebilir. Ancak safi bir edebi eser yazmaksa niyet; işin içerisine duygu, kurgu, hayal gücü de girer. Bir mantık çerçevesinde, estetik bir bütünlük içerisinde ve en önemlisi çarpıcı bir özgünlükle meramınızı anlatabilmeniz gerekir. Eğer yazdıklarınızla karşı tarafı etkileyebiliyorsanız, hislendirip empati kurdurabiliyorsanız, içsel sorgulama yaptırabiliyorsanız, okumadan önceki halinden daha farklı hissettirebiliyorsanız, hatta okurda bir yazma dürtüsü uyandırabiliyorsanız yazmaya karşı kabiliyetiniz vardır denebilir. Ama şunu da unutmam gerekir ki yoğun emek sarf edilip, kaliteli zaman harcandığında kapasiteyi/yeteneği geliştirmek pek ala mümkün.  Günümüzde yazma atölyeleri, bu eksiklikleri telafi etmede etkin kanımca.


11) Yazdıklarınızı kimse okumasa yine de yazar mıydınız?

Yazmak şifadır, bir nevi terapidir. Kimse okumasa da kendimizi rehabilite etmek için yazdığımız vakidir. Ya da sadece aile üyelerine miras bırakmak üzere kağıda döktüklerimiz vardır. Bunlar genelde kendi güncelerimizdir. Bize özeldir ve öyle kalması gerekiyordur. Ama bir de, bir iş çıkarmak, ortaya bir eser koymak adına yazdıklarımız vardır ki bunları paylaşmaktan genellikle mutluluk duyarız. İnsan doğası gereği beğenilmek, onaylanmak ister; paylaştıkça çoğaldığını hisseder. Yazdıklarının okunmaya değer bulunması ruhunu okşar. Güzel yorumlar, yapıcı eleştiriler motive edicidir ayrıca. Dürüst olmak gerekirse, okunmasını istediğim halde okunmayan içerikler üretiyorsam eğer, kendimi sorgulardım. Ve aynı heyecanla, aynı aşkla yazmaya devam eder miydim işte orası kocaman bir soru işareti…

 

12) Genç yazarlara verebileceğiniz tavsiyeler var mı?

Tavsiye verebilecek kadar çok uzun yollar kat etmesem de tecrübelerime dayanarak şunları söyleyebilirim ki; iyi yazmak için öncelikle çok okumak ve çok iyi bir gözlemci olmak gerekir. Genci yaşlısı bir şeyler karalayan herkesin yaptıkları işe tutkuyla sarılmaları, anlattıkları konu hakkında yeterli bilgi ve derinliğe sahip olmaları, hayatın içinde olmaları, etraflarında olup bitenleri dert etme duyarlılığına sahip olmaları,  topluma ayna tutmaları, insanların yolunu aydınlatmaları, rol model olduklarının farkında olmaları ve üretimlerini tüm bunların sorumluluğunu alarak yapmaları gerekir.

Yazma eylemini geliştirebileceğimiz, okuyarak güncelleneceğimiz, yorum alıp görüş bildireceğimiz en düzeyli ortamlardan biri de blog sayfaları. Burası bizim arka bahçemiz. Burada kendimizi mayalıyor yeni hayallere, yeni hedeflere yelken açıyoruz. Yazmaya devam ettikçe gelişmemek imkânsız zaten. Bunu giderek artan okunma-tıklanma sayımızdan, giderek artan takipçi sayılarımızdan da görebiliyoruz. Şu an kendime ve yazı geçmişime dönüp baktığımda blog yazmaya başladıktan sonra ne kadar güzel kazanımlarımın olduğunu görüyor ve bunun için her zaman şükrediyorum.

 

13) İlham aldığınız biri var mı?

Şair ve yazar Ali Ural der ki "İlham gelmez, ilhama gidilir. İlhama gitmek demek, sizden önceki ustaları okumak demektir. Zira kitaplar birbirlerini doğurur."

Öncelikle dünya klasiklerini; Türk, doğu, batı, Rus klasik eserlerini, mümkünse yazarlarının (Dostoyevski, Vitor Hugo, Tolstoy, Maksim Gorki, …) hayatı ile birlikte okumakta fayda vardır. Farklı birçok yazarı okuyup kendi özgün sentezimizi oluşturmak adına bu önemlidir diye düşünüyorum. Yerli yabancı ilham alınası o kadar çok ki isim var ki, etkilenerek okuduğum güzel ülkemin, önemli üstatlarından bazılarının ismini sıralamam gerekirse eğer; Ahmet Hamdi Tanpınar, Yaşar Kemal, Orhan Kemal, Peyami Safa, Refik Halit Karay, Ömer Seyfettin, Sabahattin Ali, Haldun Taner, Bilge Karasu, Tomris Uyar, Nursel Duruel, Feyza Hepçilingirler, Ayfer Tunç, Adalet Ağaoğlu, Şermin Yaşar...

Nursel Duruel’in küçük bir kız çocuğunun dilinden anlattığı “Geyikler, Annem ve Almanya” adlı öyküsü çok eski yıllardan beri unutamadıklarım arasındadır örneğin.

İlham, sadece yazarlar ve onların eserlerinden alınmaz elbette. Hayatın her anı bir ilham kaynağı olabilir. Güzel bir resim, hisli bir müzik, çarpıcı bir film, etkileyici bir cümle, düşen bir yaprak, solan bir gül, gülen bir bebek…

“İlham gelse de yazı yazsam” diye beklememek gerekir ayrıca. Kalemi kâğıdı elimize almadıkça, bilgisayarın başına oturmadıkça, yani konsantre olmadıkça kolay kolay ilham gelmez. Zira ilham, okuduklarımızın, öğrendiklerimizin, duyduklarımızın, gördüklerimizin, dinlediklerimizin, izlediklerimizin, yaşadıklarımızın ve hatta yaşayamadıklarımızın cümlesidir. Büyük bir potansiyel olarak içimizde durmaktadır. Tek şey onu harekete geçirmektir.


14) Sizce blog sayfalarının popülerliği azaldı mı?

Evet, eskisi kadar popüler olmadığını düşünüyorum. İnstagram ve youtoube gibi daha ziyade görselliği pompalayan medya kanalları daha çok tercih edildiği müddetçe, okuma zahmetine katlanmak yerine hızla akan resimlerle beslenmeye devam edildikçe tekrar yükselişe geçeceğine ne yazık ki pek ihtimal veremiyorum. Bu ortamdan kopanlar ile yeni girenlerin oluşturduğu dengeyle benzer bir seyirde, uzunca bir süre devam edeceğini tahmin ediyorum.

Bu harika sorularla beni sayfana konuk ettiğin için sana çok teşekkür ederim Gamzeli Kız. Sevgilerimle…

Verdiğin güzel ve açıklayıcı cevaplar için sana çok teşekkür ediyorum Yıldız. Seni daha yakından tanımak beni daha mutlu etti. :) 


 Bir röportaj yazısının daha sonuna geldik. Sizlere yazımı okuduğunuz için Yıldız'a da bana konuk olduğu için çok teşekkür ediyorum. Kendinize iyi bakın, sağlıcakla kalın :)

Instagram: gamzeli_kiz_blog

Twitter: gamzelikizblog







 


Daha Yeni Kayıtlar Önceki Kayıtlar Ana Sayfa

Ne aramak istersin?

Hakkımda

Fotoğrafım
Gamzeli Kız
Herkese selamlar! Ben Gamzeli Kız bloğumda farklı kategorilerde önerilerimi sizlerle paylaşıyorum. Umarım burada kendinizden bir şeyler bulabilir ve burayı çok seversiniz. Yorumlar da ziyaretinizi belli etmeyi unutmayın. Sevgilerle :)
Profilimin tamamını görüntüle

INSTAGRAM

Bu gönderiyi Instagram'da gör

gamzeli kız 🌞 (@gamzeli_kiz_blog)'in paylaştığı bir gönderi

Sosyal Medya

Popüler Yayınlar

  • ALACAKARANLIKTA BİR ÖYKÜ | STEFAN ZWEIG
  • GÜNDEM VAKTİ 19 - 23 NİSAN
  • AĞAÇ EV SOHBETLERİ 121

Okurlar

Bloğumu ziyaret ettiğiniz için teşekkür ederim. Kendinize iyi bakın :). Blogger tarafından desteklenmektedir.

Blog Arşivi

  • ►  2022 (14)
    • ►  Ağustos 2022 (2)
    • ►  Mart 2022 (2)
    • ►  Şubat 2022 (3)
    • ►  Ocak 2022 (7)
  • ▼  2021 (107)
    • ▼  Aralık 2021 (14)
      • AĞAÇ EV SOHBETLERİ 123
      • #40SABAHERKENKALK| ERKEN KALMAK !
      • ALACAKARANLIKTA BİR ÖYKÜ | STEFAN ZWEIG
      • DİL ÖĞRENMEK İÇİN UYGULAMA ÖNERİLERİ #1
      • GEORGE ORWELL HAYVAN ÇİFTLİĞİ
      • KELİME OYUNU 55
      • BİR YILDIZIN HİKAYESİ İLE RÖPORTAJ
      • SAĞLIKLI PRATİK TARİFLER
      • KELİME OYUNU 54
      • JULES VERNE ÖYKÜLER 2
      • AĞAÇ EV SOHBETLERİ 121
      • GÜNDEM VAKTİ 6-10 ARALIK
      • GÜNDEM VAKTİ 29 KASIM - 3 ARALIK
      • HARCANDIK EMİNE ŞENLİKOĞLU
    • ►  Kasım 2021 (10)
    • ►  Ekim 2021 (3)
    • ►  Eylül 2021 (2)
    • ►  Ağustos 2021 (6)
    • ►  Haziran 2021 (4)
    • ►  Mayıs 2021 (5)
    • ►  Nisan 2021 (16)
    • ►  Mart 2021 (21)
    • ►  Şubat 2021 (19)
    • ►  Ocak 2021 (7)

Görüntüleme

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

-ÖNE ÇIKAN YAYIN-

UYGULAMA ÖNERİLERİ #2

-KATEGORİLER-

  • dizi önerileri 4
  • film önerileri 9
  • gündem vakti 4
  • kitap önerileri 16
  • kore dizi önerileri 3
  • röportaj 9
  • web site önerileri 2
  • yemek tarifleri 7
  • öneriler 6

-POPÜLER YAYINLAR-

  • ALACAKARANLIKTA BİR ÖYKÜ | STEFAN ZWEIG
  • RAMAZAN'DA DOĞRU BESLENME ÖNERİLERİ
  • RAMAZAN MENÜLERİ 1

Designed by OddThemes | Distributed By Gooyaabi Template